BOP çerçevesinde azınlık oyunu
Azınlık tanımı
Osmanlı’dan beri,
devlet geleneğimizde azınlıklar, gayrimüslimlerdir. Haklı olarak,
Cumhuriyetimizin kurucuları da, bu devlet geleneğimizi devam ettirdiler.
Hatırlanacağı gibi, Lozan’da yapılan tanınma antlaşmamızda; yalnız gayrimüslimler azınlık olarak kabul edildi; yani, Müslüman olmayan Ermeni, Rum ve Yahudiler azınlıktır dendi. Şimdi, Cumhuriyeti dinsizler kurdu diyen hurafecilere, sormak gerekiyor. Cumhuriyet dinsiz ise, neden, uluslararası tanınma antlaşmamızda İslam’ı temel aldı ve Müslümanları kurucu asil unsur; Müslüman olmayanları (Gayrı Müslimleri) azınlık olarak kabul ettirdi? Evet, Cumhuriyetimizi dinsizler kurmadı ancak, öyle görülüyor ki, Cumhuriyetimizi dinsizler yıkacak…
Hatırlanacağı gibi, Lozan’da yapılan tanınma antlaşmamızda; yalnız gayrimüslimler azınlık olarak kabul edildi; yani, Müslüman olmayan Ermeni, Rum ve Yahudiler azınlıktır dendi. Şimdi, Cumhuriyeti dinsizler kurdu diyen hurafecilere, sormak gerekiyor. Cumhuriyet dinsiz ise, neden, uluslararası tanınma antlaşmamızda İslam’ı temel aldı ve Müslümanları kurucu asil unsur; Müslüman olmayanları (Gayrı Müslimleri) azınlık olarak kabul ettirdi? Evet, Cumhuriyetimizi dinsizler kurmadı ancak, öyle görülüyor ki, Cumhuriyetimizi dinsizler yıkacak…
Sömürgeci batının
çelişkileri
BOP’un gereği
olarak, her fırsatta kürt koruyuculuğu ve savunuculuğu yapan AB-D, azınlık
kavramını yozlaştırıyor ve yeni anayasaya koydurmaya çalışıyor. Ancak Lozan’da,
Türkiye’nin tanınma antlaşmasında, Fransa, İngiltere ve dünyanın başka ülkelerinin
imzaları var. Şimdi bize, adı geçen ülkelere 1923 yılında Lozan’da attıkları
imzayı hatırlatacak devlet adamları gerekiyor. AB-D, her azınlık dediğinde ve
kürt koruyuculuğuna soyunduğunda, Lozan’da attıkları bu imza önlerine konmalı
ve sorulmalı: 1923 yılı, Lozan antlaşmasında, biz bir azınlık tanımı yaptık ve
siz de bunu kabul edip imzaladınız. Ne oldu da, üzerinden 90 yıl geçmeden,
azınlık tanımını değiştiriyor ve anayasamıza koydurmaya çalışıyorsunuz? Yoksa
1923 yılında, Lozan’da attığınız imzayı mı unuttunuz? Hayır, asla! Batı, hiçbir
şeyi unutmaz; ama başkalarına unutturmaya çalışır…
1923 yılında,
Lozan antlaşmasına imza atan, Fransa, İngiltere ve diğer devletler; Cumhuriyeti
kuran iradeye, ülkemizin kurucu asıl unsurunu, azınlık olarak kabul
ettiremediler. Hem sömürgeciler istiyor diye, kurucu asil unsur olan
insanımızı, azınlık konumuna düşürmek; bölücülükle beraber, vatandaşımıza da
hakarettir. Kudurmuş sömürgeciler, azınlık oluşturmayı çok istedilerse,
Lozan’da, Cumhuriyeti kuran iradeye, bunu kabul ettirselerdi. Toplumlar bazında
kısa diyebileceğimiz, 90 küsur yıl geçtikten sonra; kudurmuş sömürgeciler,
kendi attıkları imzayı yok sayarak veya unutturarak; çıkarları öyle
gerektiriyor diye, Fars, Arap, Türklerden oluşan, kopuk ve savrukları, farklı
bir ırk gibi kabul edip, hurafecilere, azınlık inşa ettirmeye giriştiler. TRT 6
böyle bir girişimin ürünüdür. Oysa Anadolu’da, geçtiğimiz birkaç bin yılda,
Sümerler, Hurriler, Asurlular, Hititler, Akadlar, Frigyalılar, Urartular,
Medler, Persler, Makedonyalılar, Kapadokyalılar, Romalılar, Sasaniler, Araplar,
Bizanslılar, Selçuklular, Moğollar, Akkoyunlular, Osmanlılar gibi daha
saymadığımız pek çok devlet ve yönetim gelip geçti. Anadolu’da saf ırk aramak,
aklın apaçık ilkesine aykırıdır. Anadolu aşuredir ve bu aşurenin adı:
“Türk’tür”. Türklük, hurafecilerin ve bölücülerin anladığı gibi, bir kanı
(ırkı) değil; ortak coğrafyada yaşayan ve sömürgeciliğe karşı mücadele eden,
insanlık erlerinin adıdır. O nedenle, aşurenin içinden, yine bize ait olan ve zamanla
farklı bölgelerde ve zorlu şartlarda yaşaması nedeniyle, kısmen değişime
uğrayanları, ayırıp saflaştırmaya çalışmak, Müslüman mahallesinde salyangoz
satmaktır. Ne acıtır ki, istedikleri her şeyi vereceğiz şeklinde konuşan, sözde
dindar gerçekte hurafeci bir arsız herif, mahallemizde bu salyangozu
satmaktadır. Gerçekte ülkemizde, bu ahmakların söz ettiği gibi, bir ayrılık,
farklılık yoktur! Günümüzde bu kişilerin kürt dediği, her 3 kürtten 2′si, bir
Türk’le ve her 3 Türk’ten 1′i, bir kürtle evli iken; sömürgeci batıya ve
talimatlarıyla hareket eden hurafecilere ve bölücülere soruyoruz: Kimi, kimden,
nasıl ayıracaksınız? Bu evliliklerden doğan çocukların, vücutlarını mı
parçalayacaksınız? Bizdeki çapsız, ufuksuz siyasetçiler zannediyorlar ki; kendi
farklılıklarımız ya da anlaşmazlıklarımızdan kaynaklanabilecek sorunları,
kendimiz, kendi içimizde çözebiliriz. Hayır! Hiç kimse, bu yanıltıcı
beklentiyle hareket ederek, atacağı adımı, söyleyeceği sözü, uyurgezer bir
hâlde gerçekleştirmesin. Çünkü insanlık düşmanı kudurmuş sömürgeciler,
pusudadırlar. O nedenle kendi içimizde, bizim tarafımızdan, bizim
ahmaklıklarımızla oluşabilecek en küçük anlaşmazlıkları, sömürgeciler hemen
devreye girerek, derinleştirmeye ve hatta ebedileştirmeye çalışacaklardır…
2005 yılında,
zamanı geldiğinden; tarih bilgisinden ve uluslararası antlaşmalardan haberi
olmayan hurafeci başbakan, alt kimlik-üst kimlik saçmalıklarıyla sömürgeci batı
(AB-D) tarafından öttürüldü. Hurafeci başbakan, ayrılıkçılık-bölücülük yapmayı
sevdiği gibi; içinde bulunduğu dönemde, kendi yanlış icraatlarını eleştirip
düzelteceğine; uzun yıllar geriye gidip, olmayan bilgisiyle, hakkın rahmetine
kavuşan insanlara, iftira atmayı da marifet zannetmektedir. Hurafeci başbakan,
Türk-kürt dedikten sonra, alt kimlik-üst kimlik saçmalıklarıyla, işin içinden
çıkmaya çalışırken battıkça batıyor, adeta bölücülüğün ateşli bir savunucusu
gibi, ayrılıkçılığı her geçen yıl derinleştiriyordu…
Hurafeci
başbakanın, bölücülük sicilini hatırlatmamız gerekirse: Miting meydanlarında,
siyasi rakiplerinden birini "Hani bilirsiniz ya Alevidir kendisi"
diyerek ve anayasaya aykırı hareket ederek, ayrımcılık suçu işlemedi mi? Bir
başka konuşmasında yine, siyasi rakiplerini, Sivas'ın ötesine geçememekle
eleştirip, bölücü arzulara hizmet eden zihinsel haritaları, kendi ülkemiz
içinde çizmedi mi? Kendi ülkesini bölecek, anlayışın haritalarını çizen bir
insan; ülkesini seven bir başbakan olabilir mi? Hem ülke içinde, herhangi bir
vatandaşımızın, bir yerden bir başka yere, güvenle gidememe sorunu varsa, bu
yanlıştan hükümet sorumlu değil mi? Böyle bir sorun varsa ve hükümet olarak,
kendisi bu sorunu çözemiyorsa, orada ne işe yarar?
Fulbright
anlaşmasıyla eğitimi; borçlanma, özelleştirme, yolsuzluk ve Gümrük Birliği
anlaşmasıyla iktisadı; AB uyum yasalarıyla hukuku ve siyaseti; özetle her türlü
yapılanması sömürgecilerin denetiminde olan Türkiye’nin; dış politikası da,
kudurmuş sömürgecilerin amaçlarına hizmet etmektedir. Ne yapacağına dair, kendi
etkinliğine karar veremeyen ve belirleyici olamayan bir ülke için, küresel ya
da bölgesel liderlikten de söz edilemez. Son 10 yılda, Türkiye öyle bir görüntü
veriyor ki: Daha kendi içinde, birkaç çapulcunun, kaymakam, polis dövmesini,
asker kaçırmasını, kızlarımızı ve çocuklarımızı şehirlerde öldürmesini önleyemiyor.
Bu acziyet içinde bırakılan ülkemiz, hurafeci hükümet aracılığıyla, PKK’yla
yapılan görüşmelerden de ortaya çıktığı gibi; kudurmuş sömürgecilerin
amaçlarına yönelik (BOP) Türkiye, PKK’yla yeni anayasa yapmaya zorlandı ve
batılı strateji merkezlerinde, önceden yazılı hazır bulunan İngilizce anayasa
metni, hurafeci AKP’ye verildi. Hurafecilere de, bu anayasa metnini Türkçeye
çevirme ve Türk insanına hazmettirme işi kaldı. Hazırlanan sözde yeni anayasaya
Türkiye’nin ihtiyacı olmamakla beraber; madem bir anayasa hazırlıyorsunuz,
dikkate almayacağınızı bilerek, biz de size birkaç uyarıda bulunalım: 1- İlk
dört maddeye dokunulamaz. 2- Hazırlanacak olan sözde yeni anayasa, Türkiye’nin
tapusu olan Lozan Antlaşması’na aykırılıklar içeremez. İkinci uyarıyı biraz
açalım. Lozan’a göre azınlıklar, dinidir; yani gayrimüslimlerdir (Ermeniler,
Rumlar, Yahudiler). Lozan antlaşmasıyla çelişen bir yeni anayasa hazırlamak
Türkiye’nin intiharı demektir. Türkiye adeta kendi anayasasıyla, kendi
varlığını inkâr eder ve kendini yok sayan bir ülke konumuna düşürülmemelidir.
Ankara’daki etnikçi budunlara, hukuk kuzularına duyururum. Yapacağınız
değişikliklerle, ortaya çıkacak Lozan’a aykırı olası yanlışlarla, iç hukukumuza
göre suç oluşur ve sonu vatan hainliğidir…
Tarihte, dilde, hiçbir belgeyle varlığı
matematiksel olarak kanıtlanamayan “kürt” denen ve zorlu şartlarda yaşamaları
nedeniyle, aynı ırktan geldikleri toplumlarına yabancılaşan kopuk ve
savrukların; ilk yazılı sözlüğünü bile, bölgede 18 yıl yaşayan Maurizio GARZONİ
adında bir Romalı misyoner papazın yazmış olması çok anlamlıdır. Sözlük
dediysem, öyle 6 bin 7 bin kelime çapında bir sözlük aklınıza gelmesin. Topu
topu 276 kelimelik bir sözlük. Üstelik bunun bir kısmını Kurmanci,
bir kısmını Zazaca, bir kısmını da Soranice kabul edenler var. Yani, 1787
yılında, İtalyan misyoner papazın yayınladığı 276 kelimelik sözlüğü, üçe
böleceksiniz. Irak’ın kuzeyinde de, bu çok çeşitli dil farklılığı bulunuyor.
Aldığı eğitimle değil; bulunduğu yere vatanına ihanet ederek gelen, yetersiz
BARZANİ bile, Irak’ın kuzeyinde Soranice’yi zorunlu tek dil olarak, ceberutça
şart koştu. BARZANİ’ye bunun nedeni sorulduğunda: “Farklı diller böler; tek dil
birleştirir” dedi. O zaman, buradaki AB-D borazanı gazetecilere sormak
gerekiyor: Neden Irak’ın kuzeyine gidip BARZANİ’ye, Irak’ın kuzeyindekileri
asimile etmemesi gerektiğini söylemediniz? Yoksa ağbileriniz AB-D, oradaki
insanları birleştirmek istediği için mi, Irak’ın kuzeyinde, Soranice’nin
zorunlu tek dil hâline getirilmesine itiraz edemediniz? Hani demokrasi havarisi
gazeteci bozuntuları; neredesiniz? Hani insan hakları? BARZANİ’nin nohut tanesi
büyüklüğündeki beyni, bazı gerçekleri yarım yamalak anlıyor da; yabancı
eğitimle, bilinçleri şekillendirilerek beyzbol sopasına dönüştürülen Anadolu
odunları, neden anlamıyor?
Ülkemizin,
azınlık sorunu yoktur
Lozan
antlaşmasına göre, azınlık olan gayrimüslimlerin (Yahudi, Ermeni ve Rumların)
güzel ülkemizde sorunu olmadan rahat bir şekilde yaşadıkları açıktır. Tabii her
zaman, sömürgeci emellerini gerçekleştirmek isteyen, kudurmuş batı; zaman zaman
da olsa, ülkemizde bazı insanlara önemsiz sorunlar çıkarttırarak, sorun varmış
gibi göstermeye çalıştı. Ancak kısa vadede gördü ki, azınlıkların, yani gayri
Müslimlerin, oranı çok düşük olduğundan ve yeterli sesi çıkaramadıklarından,
gayrimüslimlerle Türkiye’yi bölemeyecek. Böylece, bizim kendi vücudumuzdan, din
kardeşlerimizden, kendi varlığımızdan, bize karşı azınlık oluşturmaya girişti.
Sömürgeci kudurmuş batı, Lozan’da attığı imzayı da yok sayarak, bu pervasızlığı
yapmaya kalktı. Aslında sömürgeci kudurmuş batı, bu oyunu genelde üçüncü dünya
ülkelerinde oynar. Üçüncü dünya ülke insanları, eğitimsiz ve işsizken; onlara,
gerçek sorunlarını unutturup, fantezi farklılıklarını tartıştırır. Böylece,
üçüncü dünya ülke insanları, aklî olamayıp gerçek sorunlarını çözemezlerken,
uzun vadede sorunları daha da derinleşir. Bu arada sömürgeci batı, denetleyici
ve düzenleyici olarak gelir. Derinleştirdiği sorunları ve kendisinin çıkarttığı
kanlı iç çatışmaları çözer(!) Sonuçta, tüm yeraltı ve yerüstü kaynaklarına
konar. Bizde de yapılmak istenen, pek farklı değil. O nedenle somut
sorunlarımız bir kenara bırakılarak; olmayan fantezi sorunu, sorunmuş gibi
düşünülsün istendiği için; ayrılıkçılık, dışarıdan estirilen rüzgârla, kitle
önünde tartıştırıldı. Bilinçleri, yabancı eğitimle şekillendirilerek, içerdeki
Anadolu odunlarından oluşturulan beyzbol sopası gibi gazetecilerle, azınlıklar
konusu, yanlış ve gereksiz yere; uzun ve sık sık konuşturuldu. Oysa o beyzbol
sopası gibi gazetecilerin, bilmediği bir gerçek var: Ayrımcılık sorunundan
bahsedebilmemiz için, bir insanın, renginden ya da kanından (ırkından) dolayı
aşağılanması; çok bilgili ve yetkin olmasına rağmen, herhangi bir görevle
yetkilendirilmeme olayının, gerçekleşmesi gerekir. Cumhuriyetimiz, bilimin bir
gereği olarak, kan (ırk) temelli değil; insana, akıl merkezli yaklaştığından;
kana (ırka) dayalı herhangi bir ayrımcılıktan söz edemeyiz. Yani devletimizde bireyin
gelişmişliğine, yetkinliğine, bilgi birikimine bakılarak; insan, en uygun yerde
görevlendirilir. Sömürgeci kudurmuş batı da, kendi içinde, aklî devlet düzenini
uygularken; onlara sormak gerekiyor: Kendiniz, yüzlerce yıl önceki kan (ırk)
temelli, ilkel devlet anlayışlarını terk ederken; üçüncü dünya ülkelerine,
ısrarla, kan (ırk) temelli düzenlemeleri neden öneriyorsunuz?
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum: